DERNEĞİMİZ, FETHİYE KENT KONSEYİ İLE BİRLİKTE “SU HAKKI” PANELİ DÜZENLEDİ

Yakın dönemde Söğütlü Köyü başta olmak üzere “su sorunu” ile gündeme gelen Fethiye’de iklim krizi, suyun ticarileşmesi, Fethiye’nin su kaynakları gibi konuları konuşmak üzere yapılan panele konuşmacı olarak: Akademisyen, Çevre mühendisi ve Siyasetçi, Prof. Dr. Beyza ÜSTÜN; Fethiye Kent Konseyi Başkanı, Rehber Naci DİNÇER; Doğa Rehberi Ali İhsan EMRE; Fethiye Kent Konseyi Yürütme Kurulu Üyesi, Ziraat Mühendisi Serdar ADAKALE; FetDer Yönetim Kurulu Üyesi, Avukat Bora SARICA ve dernek başkanı Uzman Biyolog Ulaş KİPER katıldılar.

SU HAKKI PANELİ

9 Kasım 2024 – Fethiye

Konuşmacılar

Fethiye Kent Konseyi Başkanı, Rehber Naci DİNÇER

FetDer Başkanı, Uzman Biyolog Ulaş KİPER

Doğa Rehberi Ali İhsan EMRE

Fethiye Kent Konseyi Yürütme Kurulu Üyesi, Ziraat Mühendisi Serdar ADAKALE

FetDer Yönetim Kurulu Üyesi, Avukat Bora SARICA

Akademisyen, Çevre Mühendisi, Siyasetçi, Prof. Dr. Beyza ÜSTÜN

Raportör

Av. Görkem Göktaş

Canlı Yayın

GündemFethiye

Fotoğraf

GündemFethiye

Fethiye Ekolojik Yaşam Derneği (FetDer) tarafından planlanan ve Fethiye Kent Konseyi’nin paydaşlığında düzenlenen Su Hakkı Paneli, 9 Kasım 2024 tarihinde Turmepa Deniz Temiz Derneği Fethiye Hizmet Binası Salonu’nda gerçekleştirildi. Panel 13:30 da başladı ve 16:30 da bitti. Panele 90 katılımcı katkı verdi.

Açılış konuşmalarını Fethiye Kent Konseyi Başkanı Naci DİNÇER ve Fethiye Ekolojik Yaşam Derneği (FetDer) Başkanı Ulaş KİPER yaptılar.

Fethiye’nin “Su Kaynakları Ve Bu Su Kaynaklarının Özellikleri” konusunda doğa rehberi Ali İhsan EMRE, Fethiye’de “Suya Yapılan Müdahaleler” konusunda, Fethiye Kent Konseyi Yürütme Kurulu Üyesi, ziraat mühendisi Serdar ADAKALE, “Evrensel Bir İnsan Hakkı Olarak Su Hakkı” konusunda Avukat Bora SARICA, “Neden Suyun Ticarileştirilmesine Hayır” konusunda ise Prof. Dr. Beyza ÜSTÜN panele konuşmacı olarak katıldılar.

Panelin açılış konuşmasını gerçekleştiren Fethiye Kent Konseyi Başkanı Naci DİNÇER’in konuşmasının öne çıkan başlıkları şu şekilde:

Panel; Fethiye Kent Konseyi Başkanı Naci Dinçer’in “hayatın temel kaynaklarından biri olan suyun yaşadığımız coğrafyadaki varlığı, onun ekseninde yaşanan sorunlar ve belki de en temel insan hakkı olan “su hakkı” üzerine düzenlenen panelimize hoş geldiniz” diyerek açılış konuşmasıyla başladı.

Fethiye’de yaşadığı 40 yılın, 35 yılında Fethiye’nin turizm ve tanıtımı için çeşitli projelerde ve programlarda görev aldığını, profesyonel rehber olarak yaşadığımız bölgenin ve ülkemizin doğal, tarihsel ve kültürel varlıklarını tanıtmak için çabaladığını, Fethiye ve çevresinde düzenlenen turizm amaçlı turlarda hep Fethiye’nin bir su cenneti olduğunu suyun bölgemiz için ne kadar değerli olduğunu “su hayattır” özdeyişi ile vurgulamaya çalıştığını, su kaynaklarımızın sonsuza kadar gürül gürül akacağını düşündüğünü ama bir gün o zengin kaynakların tükenebileceği ve insanların, canlıların suya erişiminin giderek olanaksızlaşacağı düşünmediğini” dile getirdi.

Dünya genelinde milyonlarca insanın temiz içme suyuna erişimi konusunda ciddi zorluklar yaşandığı gerçeğinden hareketle Birleşmiş Milletler Örgütü’ne göre, dünyada 2 milyar insanın temiz içme suyuna sahip olmadığını üstelik her yıl 3 milyon kişinin su kıtlığına bağlı hastalıklardan hayatını kaybettiğini, bugün Fethiye için sorunun boyutu henüz ürkütücü olmasa da, yarın olmayacağının garantisinin olmayacağını” belirtti.

Bazı değerlerimizin önemini, onları yitirdikten sonra anlaşıldığını, su için bu gerçeğin farkında olarak önlemleri hemen alınması gerektiğini, bugün değerli konuşmacılardan bu konuda çok fazla bilgi edineceğimizi düşünüyorum” diyerek konuşmasını sürdürdü.

Birleşmiş Milletler Örgütü tarafından 2010 yılında, “temiz içme suyuna ve sanitasyona erişim” bir “insan hakkı” olarak kabul edildiğini, suyun insanların yaşamını sürdürebilmeleri için temel bir gereksinim olduğunu ve herkesin buna erişim hakkı olduğunu, bu hakkın, sadece içme suyu olarak değil aynı zamanda temizlik, hijyen, tarım ve sanayi gibi alanlarda da kullanılması gerektiğini” belirtti.

Su hakkı sadece suyun var olmasıyla ilgili değil, bu kaynağın eşit bir şekilde ve sürekli olarak herkesin kullanımına sunulabilmesiyle ilgili olduğunu, bunun için erişilebilirlik, eşitlik, güvenlik ve temizlik, sürdürülebilirlik ve uygun fiyatlandırma gibi ilkelerin adaletli bir şekilde ve hukuka uygun olarak uygulanmasının şart olduğunu” söyledi.

Fethiye Kent Konseyi Başkanı Naci Dinçer konuşmasını “üyesi olmaktan onur duyduğum Fethiye Ekolojik Yaşam Derneği’nin öncülüğünde, Başkanı olmaktan onur duyduğum Fethiye Kent Konseyi’nin paydaşlığı ile düzenlenen bu panelin düzenlenmesinde emeği geçen sevgili arkadaşlarıma, değerli panelistlere ve değerli katılımcılara içtenlikle teşekkürlerimi sunarak Su Hakkı mücadelesinde örnek bir davranış gösteren Söğütlü köyümüzün muhtarı ve sakinlerini de bu vesile ile kutluyor ve hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum” diyerek tamamladı.

Fethiye Kent Konseyi Başkanı Naci Dinçer’den sonra, konuşmasını yapmak üzere Fethiye Ekolojik Yaşam Derneği Başkanı, biyolog Ulaş Kiper kürsüyü devralarak konuşmasını gerçekleştirdi.

Biyolog Ulaş KİPER’in konuşmasının tam metni ise şu şekilde;

Ulaş KİPER katılımcılara hoş geldiniz diyerek başladığı konuşmasını şöyle sürdürdü;

 Bugün, uzun bir yoldan gelen dostlarımız, Söğütlü Köyü halkı yanımızda, Muğla Su İnisiyatifi’nden arkadaşlarımız yanımızda, resmî kurumlardan katılan arkadaşlarımız yanımızda. Aramızda Kıyıda İnisiyatifi’nden arkadaşlarımız, Üzümlü’den Dağ Taş Aş Platformu’ndan ve Göcek Halk Meclisi’nden arkadaşlarımız yanımızda. Aslında hepimizin ortaklaştığı/kesiştiği şey fark etmesek de su. Kıyıların işletmelerce işgal edilmesi denize ulaşımı engelliyor. Üzümlüde krom eleme tesis projesi yer altı sularını tehdit ediyor. Şehir merkezinde ölmek üzere olan bir denizimiz var. Göcek kıyılarında halkın kullanacağı koy kalmadı. Toplandığımız salon ise Turmepa Deniz Temiz Derneği’nin salonu. Onlar da denizlerdeki kirlilik ile ilgili çalışmalar yürütüyorlar. Toplantımıza yer sağladıkları için kendilerine çok teşekkür ediyoruz.

Yıllarca televizyonlarda kuruyan göl haberleri, dere yataklarının susuz kalması, Konya Ovası’nda oluşan obruk haberlerini duyduk. Artık, bugün Fethiye’de de su sorunu olduğunu görüyoruz. Tarımsal suyumuzun azaldığını biliyoruz. Denizimizin kirlendiğini biliyoruz. Panel konumuz Türkçedeki en kısa kelimelerden biri olan “su” üzerine. Kendisi kısa ama üzerine konuşacağımız çok şey var.

Yeryüzünün %97,5’ini okyanuslar oluşturuyor. Geriye kalan 2,5 kadarı tatlı su. Tatlı suyun ise %70 kadarı buz kütleleri olarak kutuplarda donmuş halde bulunuyor. Geriye kalan % 29 ise yer altı suları. Kullanılabilir su miktarı ise %1’den az. Bu %1’lik su binlerce yıl insanlığa ve doğaya yeterli gelebildi. Peki, ne oldu da kirlendi ve yetmez oldu? En kısa cevabı sanayileşmenin hız kazandığı 200 yıllık süreç bizi bu noktaya getirdi diyebiliriz. Su meselesi için en can alıcı kısım ise 1990’lara kadar kamu malı sayılan suyun, 2000’lerle birlikte artık alınır satılır bir meta haline getirilmesiyle bugünkü problemlerle karşılaşmaya başladık.

Binlerce yıl insanlığın ve doğanın ortak mirası olarak kalabilen su, kısa bir sürede, sosyal yapıyı, gıda üretimini, insan göçlerini olumsuz etkileyebilecek bir hal aldı. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri 2000’li yılların başında faaliyete geçen, Çin’deki Üç Vadi Barajı’nın kuruluşu ve sonrasında 1 milyon 400 bin insanın yer değiştirmek zorunda kalması. Bu göç sonucunda bölgedeki 13 kent, 140 kasaba ve 1350 köy ortadan kalktı.

Küresel ısınmadan bahsetmemek eksiklik olur. Sanayileşmenin insanlığa hediyesi olan küresel ısınma son yüzyılda artış gösteriyor. 1800’lü yıllardan beri tutulan kayıtlar sıcaklıkta düzenli artışlar olduğunu gösteriyor. Son bilimsel çalışmalar 1 ila 1.5 derece daha ısınacak olan dünyanın çok daha fazla su kıtlığı çekeceğini gösteriyor. Hatta bu hafta içinde Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün yayımladığı kuraklık haritası, felaketin artık geldiğini gösteriyor. Türkiye’nin 2024 yılı verileri, Muğla’yı olağanüstü kurak olarak sınıflandırıyor. Bu haritanın üzerine Türkiye yangın haritası ve Muğla’daki etkilenen alanları da üst üste koyunca manzara çok vahim gözüküyor.

Bölgemizde yağışlar gittikçe azalıyor. Tarım yapma olanakları azalırken bir yandan da kullanım suyuna erişim zor ve pahalı hale geliyor. Artık Fethiye ve bölgesi -suyumuz bol- diyebileceğimiz bir yer değil. Bunu gittikçe daha fazla duyacağız, hissedeceğiz. O yüzden bunları şimdiden konuşmamız, ilgili kurumların doğaya ve insana uygun kararlar almasını sağlamak için söz söylememiz lazım.

Bugün buraya gelişimizi bunun ilk adımlarından biri olarak görebiliriz. Suyun ticarileştiği, denizi kirlenmiş, dereleri kurumuş, kalan suyunu da işletmelerin el koyduğu bir Fethiye istemiyoruz. Bizi neyin beklediğini konuşacağımız panelin ilk bölümünde doğa rehberi Ali İhsan EMRE ve DSİ’de uzun yıllar çalışmış, konunun uzmanı arkadaşımız Serdar ADAKALE’yi dinleyeceğiz.

FETHİYE’NİN SU KAYNAKLARI VE ÖZELLİKLERİ

Konuşmacı: Doğa Rehberi Ali İhsan EMRE

Ali İhsan Emre konuşmasına tüm katılımcılara hoş geldiniz diyerek ve panelin düzenlenmesinde emeği geçenlere teşekkür ederek başladı. EMRE sözlerinin devamında “Fethiye’de 40 yıldır yaşadığını ve zamanının önemli bölümünü bölgenin dağlarında geçirdiğini, bazı yanlışları görüp de anlatamamanın sıkıntısını çektiğini ve bu panelin bana bu fırsatı verdiği için mutluluğunu” ifade etti.

Anlatacaklarım arasında, bilimsel değil ama yaşamla alakalı gördüğüm, çoğu insanın dikkatinden kaçan veya görüp de ifade edemedikleri olacak. Su; hayatın ana kaynaklarından en önemlisi. Su olmazsa hayat yok. Dolayısıyla susuz olmuyor. Suyun geçmiş tarihine bakarsak tarihte kutsal bir meta, su tapınılan bir şey. Yani toprak, hava ve zaman içerisinde ateş gibi… Yaşamımız suya bağlı, bu gerçekten de kutsal bir şey. Ama günümüzde maalesef kıymetini yitirdi”.

“Benim anlatacağım konu yöremizin su durumu. Burası Akdeniz bölgesi; bize öğretilen -yazları sıcak ve kurak ve kışları ılıman ve yağışlı bir bölge. Ancak bunun dengesini sağlanması için iklimin sürekliliğinin sağlanması gerekiyor. Bu bölgenin temel su kaynağı olan yer ise Akdağlar. Eğer ekvator ikliminde olduğu gibi sabah yağmur yağar akşam güneş açar gibi bir bölgede değilseniz yani bizim bulunduğumuz Akdeniz ülkelerinde yaşıyorsanız bu bölgelerde Mayıs-Kasım ayları arası yağmur yağmaz. Bu nedenle diğer aylarda düşen yağışı korumamız gerekiyor. Peki bunu da nasıl sağlayacağız? Batı Toros Dağları’nı oluşturan yükseltiler arasında Akdağlar var. Bölgemizde en önemli akarsu kaynağı Burdur ili sınırları içerisinde olan, Söğüt’ten doğup gelen, Karanlık İçi Kanyonu’ndan geçip Patara’dan denize ulaşan ve neredeyse Akdağlar’ın üç kısmını saran Eşen Çayı. Biz Akdağ’ın üst kotlarındaki karları kullanıyoruz yoksa sanılan gibi doğal olmayan yapısal barajları değil bizim asıl barajımız bu dağlar üzerindeki karlardır. Akdağlar üzerindeki kar miktarı bu nedenle çok önemli, bu bölgeye yeteri kadar kar düşmez ise düşen karı koruyamazsak su potansiyelimiz düşük olur. Önemli olan bu karı nasıl koruyacağımız, bu kar nelerden zarar görüyor onu anlamamız. Eşen Çayı üzerine yapılmak istenen 16 tane baraj var. Akdağlar’ı üç koldan saran Eşen Çayı’nı ve ona bağlı kollara baraj yapılırsa buharlaşma nedeniyle ılıman bir iklim yaratırsak, Akdağlar üzerindeki karları nasıl tutacağız. Bunun bir örneğini Eren Dağındaki kayak merkezinde yaşıyoruz: İlk yıllar bu bölge kar tutuyordu ama ne zaman ki Seki bölgesine baraj yapıldı Eren Dağı da kar tutmamaya başladı. Sonuçta kayak pisti bozuldu, binalar zarar gördü şimdi kullanılmaz halde. Bizim dikkat etmemiz gereken en önemli konu yağışın olmadığı Mayıs ve Kasım ayları arasındaki su ihtiyacımız için karın yavaş yavaş eriyerek yeraltı su kaynaklarımızı beslemesidir. Su kaynaklarından çıkan sular içme ve kullanma ihtiyacımızı, tarımsal sulama ihtiyacını, hayvanların ve diğer ağaç ve bitkilerin ihtiyacını karşılıyor. Akdağlardaki karlar bu tarafta Fethiye’yi diğer tarafta da Antalya’nın Elmalı bölgesini besliyor. İşte bu barajlar yapılırsa Akdağlar’da beklediğimiz ve ihtiyacımız olan kar olmaz. O zaman yaz aylarında ihtiyacımız olan su, bu barajlara da gelmeyecek. Yukarıda kar yoksa su yok olacak yaşam da yok olacak. Tarımsal üretim, hayvancılık dâhil içme suyumuz olmayacak.

Öyle ki, bu coğrafyada Likya Medeniyeti kurulmuş. Likya Medeniyeti’ni oluşturan tüm antik kentler bu su burada olduğu için kurulmuş. Kısacası su varsa insan ve canlı yaşamı var. Su yoksa bunların hiçbiri yok. Bu tarihte ve farklı coğrafyalarda da böyledir, insanlar suyun olduğu bölgelerde medeniyetlerini kurmuşlardır. Bu nedenle bizim en önemli yaşam kaynağımız su. İşte bu 16 baraj yapılırsa elbette belki bir kısım su barajda birikecek ama doğal barajımız olan karlar olmayacak. Kar olmayınca barajlar da dolmayacak. Yaz aylarında barajlarda biriken su da bitecek. Sonuç olarak ne yaptık güzelim doğayı bozduk ve iklimi değiştirdik. Bu değişim ve tahribat öyle bir zarar verici ki 50 yılda geriye getiremeyiz. Tüm barajları kaldırsak da eski haline getirsek de 50 yıl içerisinde bu düzeni eski haline getiremeyiz. Onun için, hepimizin çok dikkatli ve uyanık olması yani doğamıza sahip çıkmamız gerekiyor. Kar olmayınca yeraltı suyu da olmayacak. Biz suyun gözü derken suyun çıktığı yeri diyoruz ama asıl suyun gözü dağların zirvesindeki karlardır. Panelin adı su hakkı ama suyun hakkını veriyorlar mı? Vermiyorlar. Günümüzde su hep çıkar amaçlı olarak ve gücü olanların istediği şekilde kullanıldı. Bir örnek vermek gerekirse: Yayla Koru Köyü’nün içme suyu ihtiyacı için kazılar yapılarak, boru döşenerek köylünün kendi imkanlarıyla Boncuklu Dağı’ndan su getirildi. Sonra büyükşehir geldi tüm köylüye sayaç aldırarak artık bana su ücreti ödeyeceksiniz dedi. Şimdi bu hak mı adalet mi? Buraya bir yatırım yapmadığın halde su parasını nasıl istiyorsun?

Bir de kaybettiklerimiz var. Kayaköyü’nden örnek vereceğim. Geçmişte Kayaköy’de üç tane su varmış. Hisarönü tarafından gelen bir kaynak bu üç çeşmeyi besliyormuş. Günümüzde bu çeşmelerden birisi aktif ama şehir suyu ile çalışıyor.

Söğütlü Köyü’nde yaşananlar çok önemli. Sizin atalarınızdan beri kullandığınız bir su var. Bu suyu kullanmak sizin doğal hakkınız önce siz kullanacaksınız, artıyorsa diğerleri kullanacak. Ama yapılanlar böyle değil. Suyu başka tarafa aktarmanın, köylüleri mağdur etmenin hiçbir anlamı yok. Bu suyun elektrik üretmek adına para kazanmak için santrale göndermenin köylüyü mağdur etmenin bir anlamı yok. Bunlar adil ve insani değil. Bu yaşananlar yani su hakkının adil verilmemesi bizi çok üzüyor. Bu suyun ticarileşmesi ve suyun boru veya kanal içerisine alınması sonucunda doğanın deresini, köyün çeşmesini kurutuyoruz. Milyonlarca yıldır akan bu sular, yapılan barajlarla kesilerek orada yaşayan tüm canlıların ve doğanın yok olmasına neden oluyorlar. Örneğin, Karanlık İçi Kanyonu içerisindeki HES sonrası 6 km yürüdüm ve dere yatağında su yoktu. Sadece kanyon çıkışındaki kaynakların etkisiyle dere yatağında suyu görebildik. Kanyon çıkışındaki balık havuzlarının da suyumuzu kirleten dolayısıyla tüm doğayı, denizimi mahveden bir etki yarattığını bilmeliyiz.

Su kaynağı Kızıldere olan Yanıklar Deresi’nden insanlar, hayvanlar su içerlerdi. Şimdi hiçbir hayvan su içmiyor. Çünkü yukarıda bulunan balık çiftlikleri suyu kirletiyor. Bu su bir de tarımsal sulama için kullanıyor, tarım alanlarında kullanılan kimyasallarla burada yetiştirilen ürünler bizim önümüze, soframıza kadar geliyor. Kirlenen toprağın temizlenmesi için 20 yıl nadasa bırakmak gerekiyor. İnsan yaşamı çok uzun bir zaman değil. Kısacası konuya nereden bakarsak bakalım suyu hakkıyla kullanmıyoruz. Su hiçbir kimsenin babasından kalan bir miras değildir. Su bizim de değil. Su doğanın bir parçası ve bizi yaşatan şey yani bizim var olmamız için bir gerçek. Bu nedenle su kimsenin malı olmamalı. Su hakkı olana ihtiyacı kadar verilmeli” diyerek konuşmasını bitirdi.

FETHİYE’DE SUYA YAPILAN MÜDAHALELER

Konuşmacı: Fethiye Kent Konseyi Yürütme Kurulu Üyesi, Ziraat Mühendisi Serdar ADAKALE

Bu panelin düzenlenmesini sağlayan Fethiye Ekolojik Yaşam Derneği (FetDer) ile katkı veren ve yürütme kurulu üyesi olduğum Fethiye Kent Konseyine, bu panele katılarak katkı vermenizden ve duyarlılığınızdan ötürü siz katılımcılara öncelikle teşekkür ederim” diyerek konuşmasına başladı.

ADAKALE’nin konuşmasının devamı ise şu şekilde:

Bu yıl Fethiye Söğütlü Mahallesi’nde yaşanan su paylaşım sorununun, ülkemizde ve özellikle bölgemizde daha yoğun yaşanan kuraklığın etkisinin nasıl bir boyuta geldiğinin yerelde bir örneği olduğunu, aslında kuraklığın; yağışların, kaydedilen normal seviyelerinin önemli ölçüde altına düşmesi sonucu, arazi ve su kaynaklarının olumsuz etkilenmesine ve hidrolojik dengenin bozulmasına sebep olan doğal olay olarak tanımlanabileceğini” söyledi.

Ancak küresel iklim değişikliğinin sonucu dünyanın birçok bölgesinde artan sıcaklıklar ve azalan yağışlar, kuraklık olaylarının sıklığını ve ciddiyetini artırdığını yine de kuraklığın tek sebebinin iklim değişikliği olmadığını” belirtti.

Su kaynaklarının, bir nehir ekosisteminin parçası olduğunu, bu sistem üzerinde aşırı kullanım, kirlilik, doğru planlanmayan su altyapıları ve yanlış yönetime bağlı kırılmalar; havzaları, ülkeleri ve hatta ekonomileri daha da kırılgan hale getirdiğini, kuraklığın kronik bir sorun haline gelmemesi için su kaynaklarını hem yağışlı hem de kurak dönemlerde iyi yönetilmesini gerektiğini, su sorunun herkesin meselesi olduğu için yönetiminin de oldukça karmaşık olduğunu, suyun ikame edilemeyen kısıtlı sosyal ve ekonomik bir kaynak olduğu anlayışı tüm kesimlerce benimsenmesi gerektiğini” söyledi.

Su kaynaklarının, nehir havzası ölçeğinde yönetilmesinin, aslında suyun kaynağı olan nehir ekosistemlerinin bütüncül yapısının korunması için ilk adım olduğunu, Türkiye’de Avrupa Birliği süreci ile başlayan “bütünleşmiş havza yönetimi” yaklaşımı hızlandırılması gerektiğini ve nehir havzası ölçeğinde sektörel su kullanımının akılcı hale getirilmesi ve verimliliğin artırılması, sulak alanların korunması, yeraltı suyu kullanımının kontrol altına alınması, su kalitesinin iyileştirilmesi, etkin ve düzenli denetleme mekanizmaları kurulması gerektiğini” belirtti.

Diğer yandan, sürekli artan su talebinin iyi yönetilmesi ve sektörel su kullanımının akılcı hale getirilmesinin oldukça önemli olduğunu, bugün, su kaynaklarının %77’si tarım, %13’ü evsel ve %10’nu da sanayide kullanılırken su gibi yaşamsal bir kaynağın iyi yönetilmesi ve akılcı kullanılmasında tüm sektörlere büyük rol düştüğünü öte yandan, sürdürülebilir olmayan uygulamaların ise su kaynakları ve yaşam verdiği doğal hayatın yanı sıra bu sektörlerin de geleceği üzerinde büyük risk yarattığını” ifade etti.

Öncelikle, tarımda suyun etkin kullanımı, ürün deseninde su kaynaklarının potansiyeline uygun ürün seçimi ve planlamalara suyun bir değişken olarak dâhil edilmesi gerektiğini, diğer yandan sanayi kuruluşlarının su kaynakları üzerinde miktar ve kalite anlamındaki etkilerini en aza indirmelerinin de bu sürece katkı sağlayacak diğer bir unsur olduğunu, artan kentsel nüfusun su ve enerji talebini yönetmek ve su kaynakları üzerindeki etkinin farkında olarak yatırımların yönlendirilmesi, suyun şehirlerde etkin kullanılmasının sağlanması da su kaynaklarının korunmasında ön plana çıkaracağını düşündüğünü” söyledi.

Son 50 yılda kaybedilen, 3 Van Gölü büyüklüğündeki sulak alan aslında kuraklığa karşı olan hassasiyetin bir daha altını çizdiğini, sulak alanların ekolojik ve ekonomik işlevlerinin kaybolmaması için nehir havzası ölçeğinde özellikle sulak alanların korunmasına öncelik verilmesi gerektiğini, Türkiye’de nehir havzası ölçeğinde etkileri göz önünde bulundurulmadan gerçekleştirilen su altyapı planlamalarının da bugün kuraklık karşısındaki kırılganlığımızın temel nedenlerinden biri olduğunu” belirtti.

Havzalar arası su transferi projeleri veya barajlar çoğu zaman nehirlerin bağlantısını sekteye uğrattığını ve nehir ekosistemlerinin devamlılığı üzerinde bir risk oluşturduğunu, bu planlamaların yapılırken yatırımların uzun vadeli çevresel, sosyal ve ekonomik etkileri göz önünde bulundurulması gerektiğini ve nehir havzası ölçeğinde planlanması gerektiğini” söyledi.

Meteoroloji Genel Müdürlüğünün son iki yılda gerçekleşen dönemsel kuraklık haritaları incelendiğinde Türkiye geneline göre bölgemizin çok ciddi kuraklık etkisi altında olduğunu, ülkenin her yerinde olduğu gibi bu bölgede de suyun doğal akış mecrasının değiştirilmesinin, su haklarının doğru kullanılmamasının, yaşam ve geçim hakkı olan suyun sermaye ve siyasi gücün kullanımına yönelik kullanımının kabul edilemez olduğunu” söyledi.

Fethiye Söğütlü Mahallesi, Yürek bölgesinin tarım alanlarının tek su kaynağının Bozluca su kaynağı olduğunu ve yıllardır bu su kaynaktan çıkan suyun, köylülerce tarımsal sulamada kullanıldığını” belirtti.

Bu suya, paydaş yaratılarak zorla el konulan, daha önce Fethiye Söğütlü Mahallesi’nin kullandığı Bozluca kaynağının su paylaşımı ilgili kaymakamlıkça verilen 3091 sayılı uygulanamaz kararına karşın, nedense günümüzde uygulanan ve suyun ayrıştırılmasıyla farklı sahalara ve o sulama alanının başında bulunan ve özel bir şirket tarafından işletilen HES’e yönlendirilmek istenmesine karşı çıkarak günlerdir, gece gündüz suyun ayrım noktası olan ücra bir yerde Söğütlü Mahallesi halkının nöbetleşerek devam eden haklı direnişi, kolluk kuvvetlerinin sert müdahalesi ile halkın bölgeden uzaklaştırılıp haklarını savunmaya çalışan çoğu yurttaşın da darp edilerek gözaltına alındığını, iş makineleri ile suyun haksız şekilde yönlendirilmesinin sağlandığını görüldüğünü” belirtti.

Suyun; doğal yaşamın ve halkın geçim hakkı olduğunu, su hakları korunmadan doğal akış mecrası değiştirilemeyeceğini ve ticarileştirilemeyeceğini” belirtti.

Muğla’nın Fethiye İlçesi’ne bağlı Söğütlü Mahallesi’nde, 9 Ağustos 2024 tarihinde doruk noktasına çıkan su paylaşım sorunu, ülkemizde ve özellikle de bölgemizde daha yoğun yaşanan kuraklığın etkisinin nasıl bir boyuta geldiğinin önemli bir örneği olduğunu, konuyla ilgili kurumların yanlış uygulamalarının ise ilçeleri, ilçelere bağlı mahalle halkını karşı karşıya getirdiğini, yaşanan olayların üstüne bazı kesimlerin Fethiye İlçesi’nin içme ve sulama suyunun kesilmesi de dâhil olmak üzere sosyal medyada paylaşımlarda bulunması ise gerilimi tırmandıran bir tutum olduğu halde bu söylemlere karşı ilgili kurumların sessiz kalmasının ise anlaşılmaz olduğunu” söyledi.

Ülkenin her yerinde olduğu gibi bu bölgede de suyun doğal akış mecrasının değiştirilmesi, su haklarının doğru kullanılmaması, yaşam ve geçim hakkı olan suyun sermaye ve siyasi gücün kullanımına yönelik kullanımı, eylemler sırasında HES yetkililerinin köylüleri gözaltına aldırmakla ilgili tehdit etmesinin manidar olduğunun” altını çizdi. “Bu söylemlerden sonra su haklarını savunan Fethiye Söğütlü Mahallesi’nden 7 yurttaşımız direnişleri sırasında gözaltına alındığını, bu yetmiyormuş gibi; sulama birliğinin talebiyle Fethiye İcra Dairesi’nin, suyun yönlendirilmesinde çalışan iş makinelerinin çalışma bedeli iddiasıyla, faizi ile birlikte 98.178,94 TL tutarın ödenmesi için Söğütlü Mahallesi Muhtarlığı’na tebligat gönderdiğini, Fethiye Söğütlü Mahallesi tarım emekçilerinin; sadece tarımsal alanlarına yetecek sulama suyunu talep ettiklerini, alan olarak küçük gösterilen tarım alanlarına karşı hesaplanan su miktarına itiraz ettiklerini” söyledi.

Bu bağlamda;

  • Bozluca su kaynağı kaç yıldan bu yana Fethiye Söğütlü Mahallesi tarım alanlarının sulanmasında kullanılmaktadır?
  • Bozluca su kaynağı, sulama birliği işletmesinde olan, Seydikemer İlçesi’nin 5 mahallesine hizmet veren sulama projesinde ve Sekiyaka 1 ve Sekiyaka 2 HES projelerinde bulunmakta mıdır? Projesinde yer almıyorsa Bozluca kaynağındaki suyun özel bir şirket tarafından işletilen Sekiyaka 1 ve 2 HES’in Su Kullanım Anlaşması’nda olmayan suyu kullanması ve bu sudan kazanç elde etmesi doğru bir uygulama mıdır?
  • Bozluca su kaynağı ile ilgili daha önce, 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyetliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun uygulanamaz kararı var mıdır? Varsa neden günümüzde uygulanmıştır?
  • Söğütlü Mahallesi’nin Bozluca kaynağından sulanan tarım alanı ne kadardır?
  • Söğütlü Mahalle muhtarının üç ayrı kuruma verdiği sulanan alan yanlışlığı ile ilgili dilekçelere 4 ay geçmesine rağmen neden yanıt verilmemiştir?
  • DSİ tarafından inşa edilen ve sulama birliğinin işletmesinde olan ve 5 mahalleye hizmet veren sulamanın projesi yüksek basınçlı mıdır? Yüksek basınçlı ise tarım alanlarında yapılan tarımsal sulamada yağmurlama ve damlama ile yüzeysel sulama oranları nedir?
  • Bozluca kaynağı ile regülatör arasına döşenen borular ile kazı ve dolgu maliyetleri kim tarafından karşılanmıştır?
  • Boruların döşenmesi izni/talimatı hangi özel/resmi kurum tarafından verilmiştir?
  • Devletin kurumlarının tarımsal alan üzerinden Söğütlü Mahallesi Muhtarı ile pazarlık yapması ne kadar doğrudur?”

Bu soruların çoğu, tarafımızdan hazırlanan ve Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’nın yanıtlaması için Türkiye İşçi Partisi Milletvekili Ahmet ŞIK tarafından verilen gensoru sorularıdır ve 3 ay geçmesine rağmen yanıt verilmemiştir” dedi.

Konu ile ilgili CHP Milletvekili Gizem ÖZCAN ve TİP Milletvekili Ahmet ŞIK’ın ayrı ayrı verdiği gensorulara geçen süre dikkate alındığında muhtemelen yanıt verilmeyeceği de anlaşılmaktadır. Biz bu soruların doğru yanıtlarını biliyoruz. Bu soruların doğru yanıtları Tarım ve Orman Bakanı tarafından açıklandığında Söğütlü Köyü’nün haklı mücadelesi de ortaya çıkacaktır. Teşekkür ederim”diyerek konuşmasını tamamladı.

EVRENSEL BİR İNSAN HAKKI OLARAK “SU HAKKI”

Konuşmacı: Avukat Bora SARICA

Av. Bora SARICA konuşmasına “örgütlenmeden hiçbir şey olmuyor” diyerek başladı. İnsan hakları evrensel beyannamesinde belirtildiği gibi herkes özgür onur ve eşit yaşam hakkına sahiptir. BM 2010 yılında su hakkını “evrensel bir hak” olarak tanımlıyor. Anayasa 6 da ise “sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşam hakkına sahiptir” der. Su; yönetimsel olarak devletin aslında. Bazı haklarımızı devlete devrediyoruz bizim adımıza kullanması için. Su hakkını ve yönetimini de devlete devrettik kanunlarla. Dolayısıyla bizim doğal hakkımızken devletin ise dolaylı hakkıdır. DSİ suyu kamu yararı çerçevesinde yönetir. İçme ve kullanma suyu birinci önceliklidir, sonrasında tarımsal sulama sonrasında sanayi kullanımı, enerji üretiminde kullanılan ve en sonda ise su çevresel ve ekolojik gereksinimler için öncelik sırası yapılmış. Bu son çevresel ve ekolojik gereksinimler kanunda öncelik olarak neden sona bırakılmış? Hâlbuki bu doğa ve canlıların hakkı da bizim savunmamız gereken bir hak.

Su, yaşamın kaynağı ve insan onurunun ayrılmaz bir parçasıdır. Küresel iklim krizi, su kaynaklarının korunmasını daha da önemli hale getirmiştir. Söğütlü Köyü’nün su mücadelesi, yerel direnişin ve su hakkı savunusunun bir örneğidir.

Su kaynaklarının ticarileştirilmesi ve kuraklık nedeniyle tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalmış, su hakkını savunmak için köylüler önemli bir mücadele başlatmıştır.

Seydikemer Kaymakamlığı İlçe Hukuk İşleri Şefliği tarafından verilen, 01.08.2024 tarih ve 35 sayılı karar ile 3091 sayılı kanun kapsamında söz konusu kararların uygulanmasına yönelik tecavüzün meni kararı iptali için dava açılmıştır. (Muğla 3. İdare Mahkemesi 2024/993 E.)

Devlet Su işleri Genel Müdürlüğü 21. Bölge Müdürlüğü tarafından verilen E-80481397-L 10-4896274 Sayılı Bozluca Kaynağı geçici su paylaşımı konulu 09.08.2024 tarihli idari kararın iptali ve yürütmenin durdurulması için dava açılmıştır. (Muğla 2. İdare Mahkemesi 2024/777 E.)

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin birinci maddesinde, bütün insanların özgür doğduğu, her insanın onur ve haklar bakımından eşit olduğu belirtilmiştir. İnsanların akıl ve vicdan sahibi olduğu, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmaları gerektiği yazılmıştır. Bu maddeye göre; özgür, onurlu ve eşit yaşam hakkı insan haklarının özünü oluşturmaktadır

BM’nin su hakkını tanıması (2010) ve BM Genel Kurulu’nun suyun temel bir insan hakkı olduğuna dair kararı bulunmaktadır.

Buna göre, BM temiz içme suyu ve sağlıklı kullanma suyuna adil erişimi, bütün insan haklarının gerçekleştirilmesinin ayrılmaz bir bileşeni, diğer insan haklarının öncüsü ve yaşam hakkı için de zorunlu bir hak olarak kabul etmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 56. maddesi, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını düzenler. Bu madde, devletin çevreyi koruma yükümlülüğünü vurgular. Dolayısıyla, suyun korunması ve halkın temiz suya erişimi de bu kapsamda dolaylı olarak güvence altına alınır.

Su hakkının temel unsurları;

Erişilebilirlik: Her bireyin güvenli, temiz ve yeterli miktarda suya fiziksel olarak erişme hakkı vardır. Bu erişim, makul bir mesafede ve sürekli olmalıdır.

Kalite: Su, sağlığı tehdit etmeyecek düzeyde temiz ve güvenli olmalıdır. Kirlenmiş su, sağlık sorunlarına yol açarak su hakkının ihlaline neden olur.

Miktar: Herkesin günlük ihtiyaçlarını (içme, hijyen, yemek pişirme, temizlik vb.) karşılayacak kadar yeterli miktarda suya erişimi olmalıdır. Bu miktar, insan sağlığını koruyacak minimum seviyeyi karşılamalıdır.

Fiyatlandırma/Ulaşılabilirlik: Su, temel bir insan hakkı olduğundan, ekonomik olarak ulaşılabilir olmalıdır. Kimse suya erişim hakkından yoksun bırakılmamalıdır.

Eşitlik ve Ayrımcılığın Önlenmesi: Suya erişim, herhangi bir ayrımcılık olmaksızın herkese sağlanmalıdır. Etnik köken, yaş, cinsiyet, engellilik durumu gibi faktörlere dayalı ayrımcılık yasaktır.

Devlet Su İşleri (DSİ), su kaynaklarının kullanımında öncelik sıralamasını belirlerken suyun sosyal, ekonomik ve çevresel gereksinimlere göre dağıtımını hedefler.

Genel olarak su kullanımında DSİ öncelik sırasını şu şekilde belirler.

İçme ve Kullanma Suyu: En öncelikli kullanım alanı, insanların temel yaşam ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli olan içme ve kullanma suyudur. Toplum sağlığı ve yaşam hakkı bu önceliğin temelini oluşturur.

Tarımsal Sulama: Tarımsal üretimin devamlılığını sağlamak ve gıda güvenliğini korumak amacıyla tarımsal sulama üçüncü sıradadır. Özellikle kurak bölgelerde tarımın desteklenmesi önem taşır.

Sanayi Suyu: İkinci öncelik, sanayi tesislerinin ihtiyaç duyduğu suyun sağlanmasıdır. Bu, ekonomik faaliyetlerin sürdürülebilirliğini sağlamak ve sanayinin gelişimine katkıda bulunmak için önemlidir.

Enerji Üretimi: Su kaynaklarının hidroelektrik enerji üretimi için kullanılması, DSİ’nin öncelikleri arasında yer alır. Enerji güvenliği için bu kaynakların etkin kullanımı hedeflenir.

Çevresel ve Ekolojik Gereksinimler: Ekosistemlerin korunması ve çevresel denge için suyun yeterli seviyede bırakılması sağlanır. Bu, biyolojik çeşitliliği korumak ve doğal dengeyi sürdürmek açısından önemlidir.

Diğer Kullanımlar: Bunlar arasında rekreasyonel kullanımlar, balıkçılık, turizm ve diğer su kullanımları yer alır. Bu ihtiyaçlar, yukarıdaki öncelikler sağlandıktan sonra dikkate alınır” diyerek konuşmasını tamamladı.

NEDEN SUYUN TİCARİLEŞTİRİLMESİNE HAYIR?

Konuşmacı: Prof. Dr. Beyza Üstün

Prof. Dr. Beyza Üstün konuşmasına “aslında bizler değil asıl söz söyleyen sizlersiniz” diyerek başladı. “Yaşam için mücadele eden tüm dosyalara teşekkür etmemiz gerek. Çünkü bu mücadele aslında hepimiz için. Su kimin hakkıdır sorusunun asıl cevabı su yaşamın hakkıdır. Sürekli yönlendirme yaptığımızda suyu metalaştırıyoruz. Asıl durumu görünmez kılınıyor. Tıpkı Söğütlü Köyü’nün dediği gibi su paylaşılmıyor, HES’e gidiyor. Yaşanan politik uygulamalar bizi bunu gösteriyor. Ve ana durumu çarpıtarak köylüler karşı karşıya getiriliyor. Aynı zamanda alan hesaplaması yaparak da suyun büyük bölümünü almaya çalışıyorlar. Şirketler suyu metaya, paraya çevirmek ister. Suyu alıp zaten hakkı olan köylüye satıyor. Daha fazla para veren mesela krom madeni mi var borular döşer suyu oraya satar. Suyu sadece ticari bir meta olarak kullanır. Bizler suyun doğal olarak hepimiz için olduğunun farkına varırsak davamızı kazanırız, yoksa şirket ve devletle pazarlık ederken buluruz kendimiz. Bu saldırılan politik saldırı olduğunu, sermaye saldırısı olduğunu unutursak bizler daha çok kuraklıkla mücadeleyi konuşuruz. Bizim farkına varıp buna karar vermemiz gerek. Kuraklıkta da jandarma değil bizler karşı karşıya geleceğiz. Dolayısıyla mücadele tüm herkesin, aynı zamanda diğer köylerin de.

Su, ne Söğütlü’nün, ne de diğer boru altında gideceği köylerin, ne de HES şirketinin. Su, doğanın suyu. Eğer su sahiplenilirse bu şekilde mülkiyet kavgaları çıkmaya devam eder. Az önce gördüğümüz haritalarda su sadece borularla ana kaynaktan değil su yolu üzerinde bulunan suyu da almış. Suyu doğal akışından koparıp, boruyla taşınıp, havuza tıkılırsa o su artık canlılığını kaybeder. Ne minerali kalır ne besini kalır. Boru ve havuzlarda da su ölür. Su aktığı süre boyunca derelerden beslenir, ormanlardan da beslenir. Su kaynak değil, su yaşamın kaynağıdır. Tarım bir sektör değildir. Bizler sektörler arasında paydaş olmamalıyız, biz sadece suyu korumalıyız. Suyu bu konularla bölüp pazarlığa oturamayız. Bizim bir borcumuz var, sanayiden sonra kirlenmeye başlayıp canlı yaşamın su, DSİ tarafından su hakkı anlaşmalarını şirketler yapmaya başladığı andan itibaren suyu enerjiye dönüştürüleceğiz iddiasıyla bakanlık tarafından hızlıca tüm dereler şirketlere devredildi. Biz su yönetimini konuştuğumuz zaman politik bir sürece giriyoruz. Yaşam alanı üzerinden yaptığımız her pazarlık doğanın diğer canlıların yaşam pazarlığı haline geliyor. Su akılla yönetilir. Suyu yönetmek bir hak olamaz. Ama diğer canlıların yaşam hakkı üzerinden bir pazarlığa bizler girmemeliyiz.

Kirlilik ve sağlık bunlar hep sürdürülebilir kalkınmanın sonucu. Bölgede krom, güneş enerjisi, mermer ocağı var. Bunlar hep suyu daha fazla kullanacak ve sonuçta pahalıya alabilecek sektörler. Hâlbuki tarımsal üretim dedik ancak bu şirketler için tarımsal üretime müdahale ederek oraları da sanayileştirerek değiştiriyorlar. Sayaç takılması da bir yöntem ama bu aynı zamanda suyun parayı verene satılabilmesi demektir. Su madem devletin hakkıydı Söğütlü de neden devlet şirketin tarafında durmuş ve tehdit etmiş? Bunlar hep politik konulardır ancak birlikte mücadele alanı olabilir. Oysaki bu mücadeleye sadece Söğütlü değil bu sudan yararlanan diğer köylerinde burada olması, katılması gerek! Görülen o ki, burada köyleri birbirine düşürerek yol alıyorlar. Önceden de köy içinde bölerek suyu gasp etmeye çalışıyorlar.

BM sürdürülebilir kalkınma adı altında, Rio’da, Dublin’de yaptığı toplantılarda “su metalaşmalıdır çünkü herkes kullanamıyor kıtlaşıyor, azalıyor” diyerek, su herkesin hakkı güzellemesi ile havzalarının bütünleşik planlamaya alınarak suyun tamamen metalaştırılmasının yolunu açtılar. Ve böylelikle su yönetimi tamamen idareye, devlete geçti.

Tüm bu süreçler Kaz Dağları’nda, Ahmetler de ve nice yerlerde yaşanıyor. Devlet önce suyu satıyor, ormanı satıyor, sonra da her yeri satıyor. Su için mücadele demek her şey için mücadele demektir. Su aslında kıtlaşmıyor, orada yaşayanların suya erişimi engelleniyor. Oraya maden ocağı açan şirket kullanıyor ve satıyor. O yüzden su üzerinden o sektör bu sektör diye değil hiçbir noktasında yaşam hakkımızla ilgili pazarlık edemeyiz. Ne insan merkezli bir pazarlıktan bahsedeceğiz ne de sadece kendimizden bakıp diğerine düşman olalım, çünkü bu mücadele yaşam mücadelesi” diyerek konuşmasını tamamladı.

PANELİN FORUM BÖLÜMÜNDEKİ KONUŞMALAR VE FİKİRLER

*Mehmet Bey/Söğütlü Köyü: 200 yıllık suyumuzu biz paylaşmalıyım demedik. Kaymakam bey geldi boru ya da sulama kanalı ile hizmet verilsin. Sulama birliğine verilecek yeterli yer ve su var. Ama hayır dediler, su HES’e gidecek dediler. Biz suyumuzu paylaşabiliriz. Arazilerimiz çok eğimli olduğu için geceleri suyu kullanamıyoruz. Çeşitli öneriler de sunduk sulama saatlerini paylaşmak için ama kabul etmediler. Suyu almak istediler, biz suyun kaynağına gittik. Oraya borular geldi. Sonra dediler, HES yok. Ama o borular neydi? Biz dayanışma halindeyken önce köyleri birbirine düşürdüler. Sonra da HES’i ortaya çıkardılar. Hâlbuki aramız 10 dakika, artık birbirimizin düğününe cenazesine gidemiyoruz. Bizi birbirimize suçlattılar. Biz ise sadece hakkımızı savunduk.

*Süleyman Bey/Söğütlü Köyü: Bu işin ardında siyasi kararlar var. Sesini çıkaran olmasın, kelepçe takarız dediler. 3 tane sulama suyumuzu kapattılar. Suyun fazlasını alın dedik kabul etmediler. Sonra bizi davet ettiler. 300 dönüm araziniz olduğunu kabul edip imza attılar. Bizi tehdit ettiler. Gittik. Sonra bir daha çağıdırlar, 700 dönüm 1000 dönümmüş dediler, alay edercesine. Bizle alay ettiler. Kaymakam da geldi pazarlık ettiler. Ben aslen Söğütlüdere’liyim ama köyüme gidemiyorum. Böyle olmamalı. Bu işlerin arkasında siyasi karar var.

* NUR Hanım/Söğütlü: Bizi kelepçelediler. Götürdüler. Hastaneye götürdüler. Bana hayvan muamelesi dahi yapılmadı. Bu yapılanları hak mı ettik? Bana sinir krizi geçirmiş dediler. Yemek verecektim. Aşçı ayarlamıştık, aşçı Söğütlüdere’liydi, bana da kötü davrandılar. Sosyal medya üzerinden de yönlendirdiler.

*Prof. Dr. Beyza Üstün: Devlet el değiştirdi. Kolluk kuvvetleri artık halkı değil şirketleri koruyor. Şirketler devlet gibi hareket edip halka karşı duruyor, yönetiyor, tehdit ediyor.

*Av. Bora Sarıca: Şu ana kadar açılan davalar su tahsisine ilişkindi, HES’e karşı bir şey açmadık. Asıl sorunun kaynağı HES’tir derseniz buradan da yeni bir dava açabiliriz. Su hattı, boru döşenmesi işlemi nedir, idari kararlar varsa bu yönden de dava açabiliriz. Sizler isterseniz hukuki açıdan bu yoldan da yürüyebiliriz.

*Serdar Adakale: Söğütlü Köyü Bozluca su kaynağından çıkan suyu bunca zamandır tarımsal sulamada kullanıyor, artan su dere yatağından Karaçomak kaynak suyu eklenerek yine kanala giriyordu. Su bu kanala girince Sekiyaka 1 HES bu sudan yararlanamıyordu.

*Gamze Çatak: Köyde bir kooperatif fikri vardı biraz onu açar mısınız?

*Süleyman Bey/Söğütlü: Boruları muhtarlığa veremeyiz dediler. Kooperatif kurarsanız veririz. Onun üzerine böyle bir girişimde bulunduk.

*Serdar Adakale: Verilmek istenen koruge borular Bozluca kaynağından Yürek Mahallesi’ne halen iletiminde kullanılan sulama arkının su kayıplarını gidermek amaçlıdır. Asıl konu borular verilse de kazı, dolgu ve montajının kim tarafından yapılacağı ve verilen suyun azaltılıp azaltılmayacağıdır.

*Prof. Dr. Beyza Üstün: Zamanında DSİ bir dereye ölçüm cihazı koymuştu Metin Lokumcu o zaman bizleri uyarmıştı. Biz şaşırdık ve oralı olmadık. DSİ doğru yapar dedik. Ancak o su miktarını ölçüm yapan cihaz, hangi derenin, hangi sırayla boru altına verileceği içinmiş. İstanbul’da yine bir köyde suları alınmasın diye kendileri HES kurmak istedi. 0,5 Mw’lık su için santral kurup başkasına vermeyelim dediler. Aslında suyu kurtarmak niyetindeydiler ama sonunda anladılar ki şirket kurup suyu biz yönetirsek iyi olur diye düşündüler ama kalan suyu satmak zorunda olacaklarını fark ettiklerinde şirket gibi davrandıklarını fark edip vazgeçtiler. Aslında bizleri bu şekilde düşünmeye ve davranmaya sevk ediyorlar. O yüzden bu mücadeleyi ortaklaşmak suyun hepimizin olduğunu anlatmak gerek.

*Av. Hüseyin Akkaya: Darpla ilgili ceza davası açılırsa bizde buradayız destek için. Fırtına Vadisi’nde Ayder’de İstanbul Barosu olarak oraya gittik panel yapıldı. Direniş kuvvetli idi. Davalar kazanıldı. Ancak HES yinede yapıldı. Sonra Karadeniz’deki birçok dere maalesef yağmalandı.

*Av. Bora Sarıca: Köy içerisinde de bir sorun mu var. Sular azaldı bazı hanelerin suyu var bazıların yok diye bir duyum alındı.

*Süleyman Bey/Söğütlü: Suyumuz genel olarak azaldı her yerde. Ayrıca suyun gözüne de gidemiyoruz, yasak geldi, foto kapan konuldu. Sular kesilince sadece muhtar DSİ’den izin alarak su kaynağına gidebiliyor.

*Gamze Çatak: Suyun gözüne gitmek için toplanmıştık hatırlarsınız olayın başlarında jandarma yolumuzu kesip HES’ten izin almanız gerek denilmişti. Hani HES yoktu? Müdahalede kaymakamın gerekeni yapın demesiyle, jandarma müdahale de bulundu.

*Recep Bey: Köyde sırayla su suluyoruz. Sonra duyduk ki boru döşeniyormuş. Suyun oraya gittik gece sabahın beşinde jandarma önce iş makineleri arkada geliyorlar. Bizi görünce durdular. Sabahın 5’in de hangi devlet kuruluşu niye çıkar? Omuzu yıldızlılar dedi ki sizin yaptığınız iş kanunsuz, bırakın bu eylemi yoksa sizin için iyi olmaz dediler. Biz de su kaybımızı söyledik, köye su kaybı için bir hizmet de yapılmadı. Duvarlar, oluklar var, su azaldı. Mağdur oluyoruz dedik. Suyu alırsanız susuz kalırız dedik. Bize suyun boşa aktığını söylediler Sekiyaka 1 HES civarındaki tarlalara 3 arıktan su veriliyordu. Biz de suyu saldık borular gelesiye kadar. Ama bize dediler ki suyu boşa akıtıyorsunuz diye tutanak tuttular, üstümüze geldiler. Kaymakam da geldi bu işi bırakın dedi. Biz su kaybımızı önleyin dedik sonra suyu bölün. Bize hiç cevap vermedi, HES’in görevlisi de oradaydı ve ona gereğini yaptır dedi ve asker etrafımızı çevirdi. Hastane raporunu beğenmediler ve 5 gün sonra yeniden rapor istediler. Benim kafam yarılmıştı. Yaralarım iyileşmişti 5 gün içinde. Biz birlik olmaya çalışıyoruz ama buna yanaşmıyorlar. Bize devlet çok haksız davranıyor. Bizim arazimiz eğimli olduğu için su tutmuyor, 3 günde bir sulanması gerekiyor. Bize 10 günde bir su veriyorlar. O zaman bizim köyümüzü kaldırın başka yere taşıyın dedim omzu yıldızlılara.

*Serdar Denktaş/Muğla Su İnisiyatifi: Akdağlar etrafında 16 baraj olduğunu söylediniz ve karları engelleyeceğinizi söylediniz bağlantıyı söylemediniz ama iklim yumuşayacağı için kar tutmayacak. Bu baraj planlaması ne durumda, çünkü bununda mücadele gerekecek.

*Serdar Adakale: Seki Barajı yapımına başladı ancak heyelan etkisi nedeniyle planlan zamanda bitirilemedi. Eşen 1 HES bünyesinde olan bir gölet var fakat Eşen Çayı’na bağlı yan derelerde bahsedilen sayıda proje var, ödenek bekliyor. Bölgemizde yağış olarak yer altı su kaynaklarını besleyen şey düşen kar miktarıdır. Son 10 yıl içerisinde kar ölçümlerine bakıldığında azalma, net olarak görülmektedir.Uluslararası düzeyde küresel ısınma, buzulların erimesi, ulusal düzeyde çoraklaşma, orman yangınları, doğanın talanı, yerelde kurumsal yanlış politikalar ve uygulamalar ılıman bir iklimin oluşmasına sonuçta kar yağışının azalmasına, düşen karın yeterince donmamasına, hızlı erime ile dengesiz akışlara, anlık yoğun yağışlara sebep oluyor. Derelerde taşkın etkisi artıyor.

*Av. Bora Sarıca: HES furyası zamanında Fethiye’de 29 proje vardı ancak bunların %80’i yapılamadı. Söğütlüdere de HES projesi mücadelesi zamanında önce köylü hevesli idi ama sonra vazgeçildi. Ve o HES yapıldı şimdide sorunları katlanarak bugünlere geldi.

*Serdar Adakale: DSİ bir dönem 1000 günde 1000 gölet projesi başlattı. Her muhtarlığın talebi değerlendirildi. Ama yeterince fayda-zarar ilişkisi düşünülmeden yapılan göletlerin çoğu verimsiz olarak şu an işletmede. Sonrasında bu 1453 proje özellikle olarak sona erdirildi. Yapılan bu göletler genelde üst havzada olan küçük sulamalar ve bünyesinde HES barındıranlar da var. Bu göletler suyu üst havzada tutarak bölgeyi besledi ancak asıl havzayı susuz bıraktı. Bu sular, sulak alanı besliyorsa da azaldı. Konya’da yaşanan obruklar oluştu, yeraltı suları çekildi. Bu göletler coğrafyadaki buharlaşma ile iklimi yumuşattı ve kar yağışını azalttı.

*Prof. Dr. Beyza Üstün: Geçmişte bu projeler açıktı, izleniyordu artık kapalı kapılar arkasında, projeleri takip edemiyoruz. Ama bunlar hep kayıt altında ve sözleşmeli, sırası gelen yapılıyor. Sadece il müdürlükleri sayfada duyurmak zorundalar, teknik dosyalar orada yayınlamıyor. Teknik dosyalar nereye nereden geçecek yazıyorlar. Mesele şu, o belgeyle ne yapacaklarını canları ne zaman ister çevre şehircilik sayfasında görebiliyoruz. O da işlem başlamış oluyor. Ancak bu minimum 49 yıllık bu izinler.

*Ali İhsan Emre: Fethiye’nin su kaynağı Akdağlar’a bağımlı. Eskiden içme suyu Kız Gölü dediğimiz bir kaynaktan geliyordu ama o sıralar nüfus böyle değildi. O su yetmeyince Karanlık İçi Vadisi’nin oradan su çıkıyor ve suyu alıyoruz şu an. Bu kaynağından ana kaynağı Akdağlar.

*Işık Bölükbaşı: Köyde erkeler genelde köy dışına gidiyor, kadınlar da ev için yazın kışlıklarını yapıyorlar. Yani dışa bağımlı değiller, pazara gitmiyorlar. Kendi kendilerine yeten bir sistemleri var. Bu arada zaten kendine yeten bir köy var burası nasıl bozuluyor. Artık tarlaları köyü satıp gideceğiz dediler.

*Gamze Çatak: Bir de şunu konuşmak lazım; biz yine suları pet şişeden alıyoruz. Normalinde çeşmeden temiz içilebilir su akması bir haktır. Bunları da konuşmak lazım. Bizi buraya sizin birlikteliğiniz getirdi. Birlikte hareket etmenin önemi burada, hani demiştiniz ya jandarma önündeyken siz demiştiniz “Fethiye bunu duymadı mı”? Duydu. Gündem Fethiye’ye de teşekkür ederiz. Ama insanları korkutuyorlar. Bunu aşıp bir araya gelmemiz lazım.  Kamu hizmetlerinin ücretsiz ve herkes için eşit, adil, olmasını talep etmeliyiz. Oysa ki şimdi özelleştirmenin sonuçlarını yaşıyoruz. Su hakkı tüm canlılarındır. Köylerimiz satmayacağız, biz kalacağız onlar sonunda gidecek.

*Ulaş Kiper: Öncelikle geldiğiniz için teşekkürler. Birlikte hareket edip, dost kalmamız lazım. Bu gidişle su yolunu bulamayacak ama bizim su sorunu konuşmak için yolumuzu bulmamız lazım.

GündemFethiye ekibinin canlı olarak yayımladığı ve youtube adreslerinde kayıtlı olan panelin tamamına şu adresten ulaşabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=gNmXREKPVUo&t=2s