KÜRESEL SALGIN HAKKINDA İKİNCİ SÖYLEŞİMİZİ YAYIMLIYORUZ! "Türümüz hiçbir salgından hiçbir şekilde ders çıkarmış gözükmüyor"

Ankara Veteriner Fakültesi mezunu olan İbrahim Tabak, ülkenin çeşitli yerlerinde aktif veteriner hekimliği görevini yürütmüş olup, bir süre yurt dışında yaşamıştır. Popüler bilim, akvaryum balığı ve yetiştiriciliği, yaban hayatı gibi konularının yanı sıra, biyoloji, ekoloji, evrim bilim gibi temel bilimler konusunda da donanımı sayesinde kaynak kişilerden biri konumundadır.

Ulaş Kiper: Bakteri nedir? Virüs nedir? Buradan başlayalım

İbrahim Tabak: Bakteriler kendi başlarına, enerji ve ihtiyaç duyduğu molekülleri sentezleyebilen, yani metabolizması olan canlılardır. Kendi metabolizması için gerekli olan maddeleri dışarıdan alıp değiştirebilirler. Hata bazı bakteri türleri, örneğin Siyonobakteriler ve Archabakterler dışarıdan aldığı enerji ile inorganik moleküllerden organik molekülleri bile sentezleyebilirler. Oysa virüsleri sadece genetik paket olarak tarif etmek yeterli olacaktır. Buradan yola çıkarak; virüsler için canlı mı yoksa cansız mı konusu bile tartışmaya açıktır.

Virüsler iyi organize olmuş, oldukça minimalist ölçülerle evrimleşmiş yapılardır. Son derece optimize ve kısa bir genetik kod, konakçı hücreye giren ve bağlanan reseptör proteinleri ve sadece ilk girişi kolaylaştıran ve sonra genetik yapısını konakçısında aktive etmeye yönelik bazı enzim ve sinyal proteinlerine sahip yapılar.

Virüsler, konakçıları ile karşılaştırıldığında çok kısa bir genetik koda sahip. Örneğin insan genomu 3,5 milyar bazdan oluşurken gündemdeki Corona Virüs sadece 35 bin bazdan oluşan genetik materyale sahiptir. Bu miktar aslında insanoğlunun bugün yazdığı bazı bilgisayar programlarından çok daha az bir veriye denk gelmekte.

Ulaş Kiper: Peki Corona Virüs ailesi nasıl bir virüs grubu? 1960’lardan beri bilindiği kimi kaynaklarda yazıyor. Örneğin SARS, MERS gibi 2000’lerin orta ve sonunda yaşanan salgınlar söz konusu. MERS ve SARS’ın türümüz üzerine etkileri neydi? Covid-19 nedir?

İbrahim Tabak: Bizim en çok tanıdığımız Corona grubu virüsler, aslında birçok hayvanda çok değişik semptomlarla varlığını gösteren hastalık yapan bir virüs ailesi. Evcil hayvanlarda başta sığırlar olmak üzere, koyunlarda, buzağılarda şiddetli diareye (ishale) sebep olabiliyor, kedilerde FİP (Feline İnfectios Peritonitis) olarak adlandırdığımız, kronik seyreden ama oldukça ölümcül bir hastalık da yine bu virüs ailesinden kaynaklanıyor. Kanatlılarda ise İnfeksiyöz Bronşitis denen, solunum yollarına yerleşen bir cinsi de mevcut. Ama bu hastalıklar veteriner pratikte sık karşılaşılan hastalıklar olsa da hayvandan insana bir geçiş veya mevcut insan korona virüsleri ile yakın genetik bir ilişki göstermemekte. 

Aslında Corona Virusler’in mevcutta da insanlarda hafif üst solunum yolu enfeksiyonu ve mevsimsel grip benzeri belirtilerle seyreden hastalıklara sahip türleri bulunmaktaydı. Bu türlerin sayısı şu anda dört olduğu genel kabul görmekte. Ama şu anda gündemde olan SARS tipi semptomlara sebep olan Corona Virüsler’in hikayesi çok uzun bir geçmişe sahip değil.

SARS tipi (Severe Acut Respirotik Syndrome), yani “Ağır Akut Solunum Yolu Hastalığı” aslında son yıllarda ortaya çıkan Corona Virüsler’i diğerlerinden ayıracağımız hastalık tipini tanımlıyor.

Bu yeni Corona Virus kökenli SARS belirtileri gösteren hastalıkların ilki, 2003 yılında -Çin merkezli olmak üzere- tespit edildi, Sars-cov1 olarak isimlendirilen bu yeni virüs çok daha yüksek ölüm oranına sahip olmasının yanında daha az bir bulaşıcılık ile küresel bir pandemi haline gelmeden sönümlendirilebilindi. Yaklaşık 8000 vaka ve 700 ölüm meydana getirerek 2004 yılı içinde epidemi son buldu. Bu virüs de aynı şekilde “kesin olmamakla birlikte” yarasa ve misk kedisi kökenli olduğu düşünüldü. 

Yine 2012 yılında SARS benzeri semptomlar gösteren, deve kaynaklı olduğu düşünülen MERS-Cov Virüsü Suudi Arabistan’da, çok daha ölümcül sonuçlarla daha ufak bir epidemiye yol açmıştı.

Bu SARS tipi yeni Corona Virüsler, her ne kadar çok ölümcül olsalar da, epidemilerin yayılımının kısıtlı kalması ve bulaşıcılığının düşük olmasından dolayı dünya gündeminde de çok büyük yer almadı. Ama potansiyel tehlikeleri birçok araştırmacının dikkatini çekmişti ve belli başlı kurumlar kötü bir senaryo olasılığının farkındaydı.

Ulaş Kiper:  Bu virüs (Corona) grubu ile influenza etkeni H1N1 arasında ne tip farklar var?

İbrahim Tabak: İnfluenza tamamen farklı bir virüs grubu. İnfluenza pek çok hayvan türünde “biz insanlar da dâhil olmak üzere” periyodik, mevsimsel salgınlarla seyreden hastalıklara neden olur. İnfluenza grubu virüslere, Corona grubundan daha eski bir grup diyemeyiz ama şunu söylemek mümkün; İnfluenza etkenleri ile enfekte olmuş bireylerin toplumda artık çok daha fazla kişi olması nedeni ile İnfluenza’nın yol açtığı hastalıkların herhangi bir tipine karşı bağışıklık durumu dünya genelinde toplumlarda çok daha yüksek. Şöyle ki; İnfluenza grubu virüslerin yol açtığı hastalıkların herhangi bir tipine karşı belli bir aşamada herhangi bir bağışıklık geliştirebildiysek, artık çapraz reaksiyonların her biri için hazır yanıtımız en azından alt seviyede var demektir. Yani İnfluenza’yı öyle ya da böyle tanıyoruz. Mortalitesi düşük olan İnfluenza grubu virüslerle tanışmış olan insanlığın, artık bir anlamda 8-9 tip İnfluenza virüsüne karşı bağışıklığı belli bir seviyeye ulaşmış durumda. Oysa görece olarak yeni tanıştığımız Corona grubu için bunları söylemek pek mümkün değil. Her bir suş için yeni baştan bağışıklık durumu oluşturmamız gerekiyor.

Ulaş Kiper: Geçmiş salgınlardan biraz bahsetsek. Örneğin, İspanyol gribi ya da virüs kaynaklı olmasa da Kara Veba. Toplumsal etkileri nasıl oldu. Türümüz geçmişten ders çıkarmış gözüküyor mu?

İbrahim Tabak: Türümüz hiçbir salgından hiçbir şekilde ders çıkarmış gözükmüyor. Aslında yirmi birinci yüzyılda bile, on yedinci yüzyılın tedbirleri ile önlem almaya çalışıyoruz. Örneğin karantina uygulamaları, izolasyon önlemleri ve tabi genel hijyen kuralları ile mücadele ediyoruz. Yirmi birinci yüzyılın teknolojilerinden bu salgında yararlanamadık açıkçası. Aslında hazır olabilirdik. Ama günümüzdeki mevcut ekonomik düzen örneğin aşı üretimi finansmanı gibi konularda sınıfta kaldı. Çok yakında geçirdiğimiz, SARS gibi bir hastalık konusunu araştırmaya değer bulmadık ve önemli çalışmalar yapmadık bu konuda. Sonuç olarak yakın dönemdeki epidemiler için yoğun çaba sarf etmeyince bugün dünya buna karşı hazırlıksız yakalanmış oldu diyebiliriz. Oysa 2003 yılında yaşanan SARS salgınını sonucu ortaya çıkan duruma karşı gerekli finansal kaynak yaratılsaydı, bugün yaşadığımız salgına karşı çok daha donanımlı olarak hazır olabilir ve daha güçlü bir şekilde mücadele edebilme şansına sahip olabilirdik.

Ulaş Kiper:  Kalabalık nüfus yoğunluğu olan metropoller, doğadan uzaklaşan insan ve yaşam şekli evrimsel açıdan virüs, bakteri gibi büyük oranda yaşam döngüsü parazitik olan canlıları göz önüne alınca sence de bir anlamda artık “değiştirmeyi düşünmemiz” gereken stratejiler olarak gözüküyor mu?

İbrahim Tabak: Şu açıdan cevap vereyim; bu hastalık için Çin’in kaynak olduğunu görülüyor. Yakın zamanda Çin Halkı modern çağın pek çok imkânına kavuştu. On yıl önce dünyanın hiçbir kentinde bir Çinli göremezken artık modern Dünya’da her yerde varlık gösterebiliyorlar. Bu durumu sadece Çin ya da başka ülkelerin nüfus yoğunluğuna bağlamıyorum. Yani sadece nüfus yoğunluğuna bağlanamaz gibi duruyor. İnsan hareketlerinin akışkan olması asıl durumu açıklayan şey. Bu kadar insan dünyanın her yerine, bazen iş için, bazen turist olarak artık çok daha ekonomik seyahat ücretleri ile belki üç dört günlüğüne uçağa atlayıp istediği ülkeye gidebiliyor.

Bu insan akışkanlığı üzerine yarattığımız doğal tahribatla da doğrudan ilişkili. Doğal yaşam üzerine kurduğumuz baskı o kadar ileri düzeyde ki, bugün yaşadığımız pandeminin baş müsebbiplerinden görülen yarasalarla ilgi son yıllarda yapılmış bazı çalışmalar duruma ışık tutabilir. Uzmanlar, yaban hayat üzerinde büyük bir stres yarattığımız konusunda hem fikir. Örneğin yarasaların doğal barınma alanlarının yok edilmesi sonucu oluşan zor yaşam şartlarının, yarasa popüsayonlarında stresi arttırdığını belirlediler. Bu ise, hayvanlarda kronik ve latent hastalıkların virülensi artmış olarak ortaya çıkabileceğini gösterdi. Bu teorinin başka yaban hayvanlar için de geçerli olabileceğini düşünen bilim insanları var. Doğa üzerinde yarattığımız tahribatın, yaşadığımız pandemide ciddiye alınması gereken, üzerine düşünmemizi gereken önemli sebeplerden biri olduğunu düşünüyorum.

 

Ulaş Kiper: Son soru; Corona ile ilgili öngörün ne? Bitecek mi, tamamen yenmeyi başarabilecek miyiz yoksa yaşamımızın bir parçası olarak “tıpkı Herpes Virüsler” gibi bizimle yaşam döngüsünü sürdürmeye devam edecek mi? Ne dersin?

İbrahim Tabak: Güncel teoriler, bu yazdan itibaren toplumda aktif enfekte birey sayısının azalacağını ama tamamen bitecek duruma henüz gelmediğimizi gösteriyor. En iyimser tahminle, 2021 ortalarında hastalığın bitmesi mümkün ama yeni bir tip virüs, yeni bir serotip ile ortaya çıkarsa süreç en başa dönebilir. Hatta bugüne kadar birinci serotipe immun cevap, bağışıklık oluşturmuş bireyler bile tekrar en başa dönebilir. Yine de kötümser teorilerin yanında, yaşadığımız pandemiye yol açan virüslerin uzun yıllar içinde, mevsimsel bir hastalığa dönüşme ihtimali üzerinde duran teoriler de mevcut.

Ancak sanıyorum ki hiçbir zaman en baştaki durum söz konusu olmayacaktır. Çünkü bu virüs mutasyon geçirse de yine de hiç tanımadığımız dönemdeki kadar immunulojik olarak hazırlıksız olmayacağımızı ve bu denli şiddetli yaşamayacağımızı düşünüyorum. Belki zamanla mevsimsel tipte bir influenza karakterine dönüşebilir ya da örneğin “Domuz Gribi Virüsü” gibi artık bağışıklığımızın hazır olduğu çok da önemsemeyeceğimiz kabul edilebilir, tolere edilebilir belirtilerle geçirdiğimiz bir enfeksiyon halini alabilir. Ama kesin şeyler söylemek için henüz erken bir dönemdeyiz.

 

Söyleşi: Ulaş Kiper

Düzelti: Çiğdem Uyar